Çağdaş dünya edebiyatının önemli kadın yazarlarından başında gelen Olga Tokarczuk’un Yakup’un Kitapları, yazarın en çok okunan ve bilinen aynı zamanda Tokarczuk’un başyapıtı sayılabilecek kitaptır.
Olga Tokarczuk’un romanından iki kısa bölümü sizlere sunuyoruz ama önce kitabın konusuna kısaca bakalım
18. yüzyılda, Polonya’da genç bir Yahudi ortaya çıkar, Yankiele ya da Jacob Frank ya da sadece Yakup ya da… İsimlerinin sonu gelmez, ünvanlarının, hallerinin ve karakterlerinin de; ama o daima parlar.
Önce Müslüman, sonra Katolik olur. Dinden dine dönenleri de ışığa üşüşen kelebekler gibi etrafına toplar. Yakup kâh büyücü kâh efendi, baba, ağabey, kardeş, kâh sahte peygamber kâh Mesih olur.
Bir aşağılanır bir göklere çıkarılır, bir durulur bir gürler, bir sevilir bir nefret edilir. Musevi, Hristiyan, Müslüman geleneklerinin tümünden beslenen,18. yüzyılın ortalarında dinler sahnesine bütün esrarıyla adım atan, etrafında topladığı cemaatle bugüne kadar dini tartışmaların odağında yer almış tarihi bir figür olan Yakup Frank’ın hikâyesi, Yakup’un Kitapları’nda Nobel ödüllü Olga Tokarczuk’un edebi dehasıyla unutulmaz bir romana dönüşüyor.
Yakup’un Kitapları, yeni dünyanın tehlikelerle dolu eşiğinden hem kendi zamanına hem de geleceğe aynı kusursuz dikkat, ihtiyat, bilgelik ve mizahla bakıyor.
“MASUMCA ÖYKÜNEN DESENLER…”
“Sonbahar boyunca her gün insanlar geliyor, daha çok Eflak’tan ve Türk topraklarından ancak aynı zamanda Çernivtsi, Yaş ve hatta Bükreş’ten. Hepsi Osman sayesinde; dindaşlarını, özellikle de padişahın İslam’a dönmüş tebaasını getiren o. Onlar Podolyalı Yahudilerden biraz farklı. Tenleri daha yanık, daha canlılar, şarkıları da biraz daha hareketli ve dans etmeye hazırlar. Burada diller, giysiler ve kafalara takılan başlıklar karışmış durumda. Bazıları Osman ve kalabalık ailesi gibi sarık takıyor, ötekiler kürk kalpak, bazıları Türk fesi giyiyor, Kuzeyliler ise dört köşeli şapkalar. Çocuklar yeni oyun arkadaşlarını kucaklıyor, küçük Türkler Podolya’nın göletleri etrafında kovalamaca oynuyor, kış geldiğinde de birbirlerini buzun etrafında kovalıyorlar. Mahalleleri dar. Şimdilik küçük meskenlerinde çocuklarıyla ve tüm mallarıyla birlikte oldukça kalabalıklar ve çok üşüyorlar, çünkü Ivani’de tek sahip olmadıkları şey yakacak odun. Sabahları, küçük camlar baharın gelişine –yapraklara, tomurcuklara, otlara– masumca öykünen desenler çizen buzla kaplanıyor.”
Sayfa: 1024
“BİZİ ÇEVRELEYEN GERÇEK…”
“Şimdi gördüğü her şeyin […] kendi zihninden kaynaklandığı düşüncesi hem ürkütücü hem de aynı ölçüde çekici. Ya bunların hepsini biz hayal ediyorsak? Ya her birimiz, her şeyi farklı görüyorsak? Herkes yeşil rengi aynı mı görüyor? Yoksa “yeşil”, gerçekte her birimiz farklı bir şeye bakarken sırf iletişim kuralım diye tamamen farklı deneyimleri kaplayan bir boyanın bizim kullandığımız isminden başka bir şey değil mi? Bunun doğrulanmasının bir yolu yok mudur? Peki, gerçekten gözlerimizi açarsak ne olur? Ya bizi çevreleyen gerçeği, mucize eseri görseydik? Neye benzerdi bu?”